23 Ocak 2008 Çarşamba

SENİN GELMEYİŞİNE BİR NESİR DENEMESİ....

İşte Eylül de bitti. Ve sen hâlâ gelmedin. Yağmurlar damlayacaktı ıslak saçından, gözyaşından bir deniz getirecekti seni. "Aah"ların şişirdiği yelkenleri yürek zarından yapılmış bir gemiyle gelecektin. Ellerinde gözlerimi getirecektin; seni Yusuf bilip, Yakup gibi giderken ardın sıra yolladığım gözlerimi. Bunca küf kokmayacaktı ayrılığımız. Kavlimiz böyle değildi. Beni hacil bırakmayacaktın ele-güne, dosta-düşmana karşı. Sevmek yüreğe saplanmış bir bıçaktı, biliyorum; fakat bunca firkatin adını da koyamıyorum. Bilseydim, imrenir miydim hiç uçan kuşlara? Bilseydim, aylardan Eylül'ü, vakitlerden akşamı, çiçeklerden zambağı, kuşlardan turnayı, leyleği koyar mıydım lugatlara? Bak, kokun geldi burcu burcu toprak gibi, bir yoksulun ellerine düşmüş sıcak ekmek gibi, kan gibi, gözyaşı gibi, ter gibi, emek gibi; fakat sen gelmedin. Acın geldi, sancın geldi. "Derin bir nefret olmadan derin bir muhabbet nasıl olur?" demiştin ya, bak, kıtlıkta verilmiş bir sokum gibi yolladığın hıncın geldi. Nemrud'un geldi, ateşin geldi. Maskelere dönüşmüş yüzün ve binbir türlü sahte eşin geldi. Yokluğun, güzün ve kışın geldi Şarkıların, resimlerin, ağlayışın geldi; sen gelmedin. Firavun'un geldi, Haman'ın geldi, Karun'un geldi, fakat Harun'un gelmedi. Şeytan'ın geldi, Tufan'ın geldi, Kenan'ın geldi, tüm düşmanlarına taş çıkartır düşmanın geldi; ama sen gelmedin. Bak, sevdanı süpürüyor Firavun'un çöpçüleri. Hatıranı kundaklıyor kırılası elleri. Ocağına tüneyen baykuşlar, mabedine put dikmek için Âzer'i çağırıyorlar. Anaların rahimlerine bir yılan gibi süzülüyorlar; bu yüzden Neron gibi, Kaligula gibi, Şeddad gibi, Haccac gibi, Hülagu gibi, kanlı doğuyor yeni doğan bebelerin elleri. Zavallılar! Her biri bir yediveren olan milyonlarca sevdayı toprağa gömüyorlar. Güneşe seni seviyor diye tutuklama emri çıkarıyorlar. Senin rengin diye yeşilin her tonunu darağacına çektiler. Senin mevsimin diye baharı gıyabında idama mahkum ediyorlar. Senin insan kardeşlerine yerin üstünü zindan ettiler; fakat yerin altı imdada yetişti. Senin doğal kardeşlerin onlar, fakat bunu bilmiyorlar. Tıpkı Nuh'un yer-gök kardeşleri, İbrahim'in ateş kardeşi, Musa'nın asası gibi. Onlar, senin uğruna çektiğimiz her "aah"ın bir fırtına, senin uğruna kaldırdığımız her elin bir dağ, senin uğruna döktüğümüz her damlanın bir atom bombası olduğunu yeni yeni öğreniyorlar... öğrenecekler. Fakat sen, sen biliyorsun bir nice beklendiğini. Anaların göğsünde hamayıl gibi gezdiğini, her biri sana Meryem kesilen genç kızların başına tac olduğunu biliyorsun. Ah, biliyorsun sırtlarında Firavun'un kamçısı şakladıkça, her birinin isyan kraliçesi birer Asiye kesileceğini. Gürbüz çocukların, ağır sancılarla doğduğunu biliyorsun. Biliyorum, bu yüzden gelişini erteliyorsun. Sevenlerini aşkına bileyliyorsun. Yokluğunun daha çok fark edilmesini bekliyorsun. Bak, diyorsun, ufka bak, karanlığın en koyu olduğu an, fecre en yakın zamandır. Ey dünyaların en muhteşem gelini! Kim bilir, belki de sevdalılarından sana sadakatlerini ispatlamalarını bekliyorsun. Sahte aşıklarını deşifre ediyorsun. Doğru ya; "mehir bedelini" ödemeden, hangi dünyalı seni görebilmiş ki? Ama keffaretimiz, yokluğunun dehşetine bunca zaman katlanmak olsun. Bu acıyı mehre bedel kabul et. Bilir misin intizar, eşeddu mine'n-nar"dır? Bekletme ki, bekleniyorsun!. MUSTAFA İSLAMOĞLU

12 Ocak 2008 Cumartesi

UTANIYORUM....

Utanıyorum... Gel ya Ebubekir vefayı anlat bize… Dostuna kılıç kaldırdı diye öz oğlunun karşısına çıkışını anlat. Oğlun Abdurahman Müslüman olduktan sonra sana "babacığım bedirde kaç sefer karşıma çıktın seni hep başkalarına bıraktım deyince sen, oğul vallahi o gün sen karşıma çıksaydın seni başkalarına bırakmazdım" deyişini anlat. Yol arkadaşı olacaktın sadık dostunla hicret yolculuğunda ve arkanda yedi sekiz yaşlarında Esman ve Aysen vardı. Onlara ne olacak dememiştin ve çıkmıştın yola. Tıpkı Hz İsmail’i arkada bırakıp ayrılan Halil peygamber, dede İbrahim gibi. Anlat yüreği arkada bırakıp dostu yarıda bırakmamanın vefasını.Ebu Ubeyde’ye söyler misin ya ebubekir o da anlatsın.. Vefayı o da söylesin bu katı kalplerimize. Neyden vazgeçtiklerini ve neye bir ömür boyu yar olduklarını anlatsın… Bediri anlatsın bize… Hani karşısına babasının çıktığı savaşı anlatsın. Ümmetin emini Ebu Ubeyde’ye söyle ey sadık dost… o savaşı, o baba-oğul kavgasını anlatsın. Canan için candan vazgeçişini anlatsın söyle. Babasından köşe bucak kaçışını anlatsın yani. Baba katili olmamak için kaçışını anlatsın ve sonra öyle an geldi ki kaçacak bir yer kalmayınca nebiye kalkıp inen kılıçlardan bir kılıç olan babasını kumlara serişini anlat. Evlattan vazgeçişi senden duysun bu ümmet ve gerektiğinde yüce dosta vefa yolunda babadan vazgeçişini de Ebu Ubeyde anlatsın bize.Ey sıddık, söyle damadı-ı nebi, şah-ı merdan, haydar-ı kerrar Aliye, söyle o da anlatsın Bedirin bedelini. Dosta vefayı ve candan geçişini o da anlatsın… bedir sonrası esirler getirilirken Resulullahın huzuruna. Ya resulullah eğer esirler öldürüleceklerse bana da kardeşimi ver onun kellesini ben uçurayım ya resulullah deyişini anlatsın... Bilmem vefa fotoğraflarında karelere takılır mıyız acaba. Büyük dostların safında yer alanların yer değiştirişi karşısında vefa resmi çizebilir miyiz onlara karşı. Sihirbazların firavunu terk edişlerinde vefasızlık olmaz, ama havariler isayı yalnız bırakırlarsa şayet işte o zaman yürekler yanar yedi kat semada. Semanın yağmurlarında göklerin gözyaşları olur o an. Gök ehli, ehline sadıktır ey yar, sen sadık ol gök ehline sevdalı olan yer sakinlerine…Gidişleri seni üzsün dostlarınVe üzül dost umutların seni terk edişine…Asra damga vuran katran ağacı ve asrı gözyaşlarıyla sulayan şadırvan camii… hep anlattı asrın alilerini ebubekir ve Ebu Ubeydelerini…Onlar anlattı ben utandım… Utandım onlar anlattı. Kabuk bağlamamış yaralarımız var bizim. Gidişleri korkuyla izleyecek bakışlarımız olsun bizim. Dumanı hala çıkan yürek yangınlarımız var bizim. Kuruyuşunu korkuyla izleyeceğimiz gözyaşı çeşmelerimiz olsun…Ağlamak kar etmez kül olmuş mala. Ve kesmek tedavi etmez kangren olmuş yarayı. Vefayı ne küle ne kangrene çevirmek yakışmaz bize… Yanımıza gel ve sen anlat ey sadık dost. Resulullahın Ashab yaralarını sarışını anlat… nazenin…. __________________

1 Ocak 2008 Salı

BİR İNŞİRAH AYETİ KADAR SANA GELDİM....

İnşirâh İnşirâh İnşirâh Hâra düştüm,dilime kan değdi yüreğime od.Dâra düştüm Ey Rab bana bir inşirah..Ah-u efgânımı bir dinleyiver, bu gece çok karanlık katran karası olmuş göğsümü bir açıver Daraldım Bir bakıver..
Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?(inşirah/1)
Genişlettin ey yar! Dünyadan bunaldığım her vakit, yağmur yağmur yüreğime, damla damla gözlerime düştün. Semalarda yerim yok bilirim, arşlardan ta ki gönlüme düştün. Yaralar bedenimde yol çizerken adeta, tuz değil, sen gönlüme tılsım sürdün. Dünya zemininde ayaklarım kayarken bir bilinmezliğe, tut ne olursun bırakma bilmediğim âlemlere Gece ve ben iki biçare yine kapındayım. Soluklanmak istiyorum Ya Rab! Gece yeminli konuşmuyor benimle. Gece küskün bana, yalnız bıraktım onu gelirim diye. Gitmedim ona Ya Rab! Geceler bensiz geçti,seccadeler eşsiz,yıldızlar yoldaşsız kaydı.Geceye söz verdim gelirim diye,gitmedim.İhanetim var ona..Gece yeminli..Ben sana bugün yalnız geldim.Terkedilmiş sevdaların mekanından geliyorum.Yıllanmış sevgilerin koynundan.Ayrılıklardan geliyorum.Yalnızlıktan Gönlümün tenhasından geliyorum.Gecenin günahlarımı örtmeyen mahremiyetinden geliyorum.Dünyanın arkamdan yırttığı gömleğimle.Kimsenin duymadığı ama kulağımı çınlatan aff sesleriyle geliyorum.Ademin utangaç bakışlarıyla,Nuh un terk-i diyarıyla bir yunus affı edasıyla geliyorum.Daraldım Ya Rab! Kabul ümidinin ferahlığıyla geliyorum. Yüreğim üşüyor artık, mahşeri bir yalnızlıkla geliyorum. Aç Ya Rab ne olursun aç göğsümü tekrar bir köz değdir. İçimin vahalarından kurtar beni. İnşirah inşirah inşirah ayet ayet genişlet beni.
Yükünü senden alıp atmadık mı? O senin belini büken yükü .(inşirah/2)
Attın ey yar! Ben bilemedim yükümün azaldığını ama sen hafiflettin beni. Dünyanın omuzlarıma yüklediği bu ağırlık, yüzümü yere düşürmeye başlamışken, bu yükü benden alarak belimi sen doğrulttun. Rükuya eğilen bir beden senin karşında yüce makama erdi. Secdeye değen baş, merhametinle sana erdi. Oysa ben bilemedim. Kirlenmiş yüreğimle, sözlerimi dünyaya aşina ettim kapıldım bu misafirhanenin işvesine. Şimdi temaşa bile edemiyorum masivayı. Aydınlanmıyor gözlerim, yeşermiyor kırık düşlerim. Yoksa Ey Rab ben, sen olan benliğimi çoktan mı tükettim Züleyha kadar günahkârım, Yusuf kadar masum olmak isterdim oysa ama ben düştüğüm zindanda ezilecek kadar günah topladım. yüküm ağır Tüm zerrelerim affına sığındı Mecalsizim, hissizim, bir o kadar da cahilim Al yükümü Ya Rab ne olursun al belimi büken bu yükü tekrar hafiflet beni.Doğrult ki beni,yüzüm sana dönebileyim.Elimi sana açabileyim.İnşirah inşirah inşirah ayet ayet doğrult beni.
Senin şanını ve ününü yüceltmedik mi?(inşirah/4)
Yücelttin ey yar! En şerefli varlık olarak açtım dünyaya gözlerimi.Mahlukata halife eyledin.İns-an makamında ruhuma can verdin..verdin de ben kıymetimi bilemedim.Aklımı sürgün ettim mantığın hiç uğramadığı yalancı uğraşlara.Her mevsim yağmur yağarken ruhuma,nadasa bıraktım kurak gönlümü.Her insan ektiği biçer değil mi Ya Rab! Günah ektiğim bahçelerde karagüller büyüdü, kokusuz renksiz. Işığım bir mumun aydınlandığı kadar, verdiğim bir aldığım kadar fakat ben olamadım bir senin bana biçtiğin değer kadar. Biraz mağrur, biraz bîzar, biraz da kendimi şekva ile geldim. Değersizliğimi bilerek, mecruh bir hal ile geldim işte Sen şanımı yüceltirken, ben bir o kadar aczi yetimle, nasır tutmuş ayaklarımla, kör olmuş gözlerimle, karalanmış hanemle geldim. Kalbimi avucuma sıkıştırarak, rengini kimse görmesin diye saklayarak getirdim. Amansızım, dermansızım, fermansızım. Ne olursun Ya Rab yeniden yücelt beni gönül gözümden geçir beni.Gözyaşına gark eyle beni eyle ki insan bileyim kendimi.İnşirah inşirah inşirah ayet ayet yücelt beni.
Yalnız Rabbine yönel.(inşirah/8)
Hayatın koylarından çıkıp senin limanına yöneldim Yar Rab!Sen ki sana gelmeyene dahi lütfederken,bilirim geri çevirmezsin beni kapından.Nihayetsiz aczi yetimle,dünyevi arzuların kıvrımlarından,yokuşlu yollarından,ben kendimden geçerek sana geldim bu gece kün diyerek eyleyiverirsin diye bir ferman,ben ahvalimi dökerek sana geldim Ya Rab!.Benim sana anlatmaya halimi kelama ne hacet,sen beni bilirsin benim halim zaten aşikâr.Kurtar ne olursun bitsin artık bu esaret! Nefsaniyetin haysiyetini huzurda kırmaya geldim. Bakıp görmeyen gözlerimi sende açmaya, atıp yanmayan kalbimi sende yakmaya, her boşluğa sayan ama her daim seni anmayan dilimi konuşturmaya, sana muhtaçlığın şerefini başıma taç etmeye geldim. Sevdası her şeyden âlâ ne olursun aç yüreğimi ben senden bir inşirah istemeye geldim İnşirah inşirah inşirah ayet ayet ferahlamaya geldim. Nola ahh nola Ya Rab, ben sende kalmaya geldim. Bir inşirah ayeti kadar sana yönelmeye geldim......